Bu gece her zamankinden daha
karanlık. Sigaramın dumanı daha da zifir. Işık sızmayan odalarda penceresiz ve
nefessiz; bütün bıkkınlıkların yükü sırtımda. Hesaplaşmalar... Kavgalar...
Reddedişler...
Ölümler sıralı olsa hayat çok
boktan olurdu. Düşün sıranın neresindesin? başında mı? O zaman hayat sana güzel;
ya öndekiler birer birer eksilince, işte dananın kuyruğu bu noktada kopuyor,
zurnanın zırt dediği yerde tam burası. bu hayatı çekilebilir kılan tek (her)şey gelecekte ne olacağının
meçhul olması. Bi arkadaşım vardı, kız arkadaşından ayrıldı. Bizim onun hayatına
dair öngörümüz birkaç ay içinde ayrılacakları ve arkadaşımın perişan olacağına
dairdi. Ne kadarda yanılmışız. Arkadaşım tıpkı tasavvur ettiğimiz gibi ayrıldı.
Sonuç hiçte korktuğumuz gibi olmadı. Ne mi oldu? Öfkeyle biraz eleştirdi, sonra
biz zaten yapamazdık dedi ve son. Unuttu. Ben de biliyorum unutmak o kadar
kolay değil ama en azından acısı içinden dışına sızmıyor. Düşünürsün, kafanda
oynarsın, yanılırsın. İşte hayat. Yanılmak bir lütuftur arkadaş. Aksini iddia
eden yoksa bahsi çat diye kapatıyorum.
Penceresiz odama bir perde
gerdim. Görsen, arkasında pencere var sanırsın.
Ne diyordu şair? "Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!/Şuraya bir
yatak ser yavaş yavaş... /Aman karanlığı görmesin gözüm!/Beyaz perdeleri, ger
yavaş yavaş." perdeye bakıp hayaller kuruyorum. Kendini kandırmak bir
lütüf arkadaş. Bende biliyorum perdenin arkası duvar, ya duvarın arkası? Bir
gayya kuyusu mu yoksa kayısı kokulu bir bahçe? babaannemim kayısı kokulu
bahçesini özledim. Şimdilerde kayısılar öyle güzel kokmuyor. Bahçeler harap,
ağaçların dalları baykuş yuvası. Daha neler, neler... Geçmişle avunmak lütuftur
arkadaş.
Yukarıdaki karmaşadan kafamın ne
kadar karışık olduğunu anlamışsındır herhalde. Şimdi beynimdekilerle
hesaplaşmak için köşeme çekiliyorum, Önce biraz kafamda mikser çalıştırayım
diyorum. Sonra parçaları birbirinden ayırmak için ince elekten geçireceğim. Sen
aldırma bana. Ben mevzu sana gelmesin diye kendimi oyalıyorum. Kendini oyalamak
lütuftur arkadaş...