17 Mayıs 2012 Perşembe

kayboluşumun zamanı belli değil…


    Kayboluşumun zamanı belli değil…

    Benimkisi samimi bir çaba, sade bir arayış. Zamanla idrak ettiğim, üzerine "dert" kelimesini bir perde diye gerdiğim aşktan da sevgiden de öte bir tarikat. Varlığından emin, yokluğundan endişeli, bakılmadık tek bi yer bırakmamacasına aranan, ama her aranan kadar aşikâr. Durup “başlangıcı neresiydi?” diye düşünülse bulunacak sanrısı uyandıran ama dillere pelesenk olmuş hatırlanmak istenildiğinde asla hatırlanmayacak bir şarkı sözü gibi dil ucunda, kökü ezelde bir sevda.

Başı ile sonuna tepeden bakan, bütünleyen, başından evvel, sonundan ebed bir düşünce. Başlangıçtan önce filizlenmiş bir tohum, sondan sonraya kalmış bir dua. Başlangıcını gördüğümüz zannına kapılıp kaynağını görmezden geldiğimiz, sınırlarının üstüne hareketlenen sürekli devinen bir göl.

    Vesaireler ne kadar anlatabilir ki?

    Zamana düğümledim her şeyi, kayboluşumun zamanı belli değil.

    Bir sandığın kilidi altında, yılların eskittiği ipeğin yumuşak kalbinde, belki senin, belki sensizliğin mendili içine düğümlenmiş, hareketsiz bekliyorum. Bekleyişin zor olduğu zannı bekleyenin neyi beklediğini bilmemesinden. Özgürlük basit amaçlar uğruna, değerlerini terk etmek değil. Özgürlük her düşündüğünü arsızca ortalığa saçmak değil. Her yanıldığında keşke demek, her üzüldüğünde isyan bayrağını çekmek, her kırıldığında beddua etmek, her yaşanmışı kutsallaştırmak hiç değil. Bekliyorum. Özgürlük vazgeçebilme lüksü. vaz geçmişliğin sarhoşluğunda sebatla bekliyorum. Özgürlüğün mana alemine açılan kapısının önünde bekliyorum Kabulü bana ait değil, geri döndürmek senin şanından değil. Özgürlük özgürlüğünü kullanarak kendini soyutlamak! Karıncanın azmi ile ağustos böceğinin teslimiyeti ile, umudu umuda ekleyip her kelimede seni heceleyerek bekliyorum. Evinden kovulmuş bir sürgününün sıla hasreti ile bekliyorum. Geçmez denilen zaman bir varmışla bir yokmuşun arasında. Baharda açacak bir gülü beklemenin saadetini ruhumda demliyor, günleri günlere ekleyip bekliyorum.

Özüme baktım bunu gördüm,
Sözden öte bir göz gördüm.
Kalpten içre bir canan gördüm,
Özü de bir sözü de bir.

Vehmimden azade rüya aleminde…
Ruhların ceminde,
Bir cem gördüm hayra alamet. 
Hayrı da senden, şerri de. 
Bulunmayı bekliyorum.


13 Mayıs 2012 Pazar

hep eksik / rüya

    Bir rüya gördüm, hayrola.
    
    ...
  Ufukta belli belirsiz, var ile yok arasında, bir siluetten ibaret. Gözleri kamaşmış güneşten, yüzündeki ayva tüyleri dahi canlanırken gözümde, ufukta belli belirsiz. Gözleri, göz bebeğim. Avuçlarımdan akıp dururken zaman, sızar saçlarından kahverengi bir nehir. Göl olur vahalarda, telvesi teselli bir nehir. Set olur uzanırım önüne, durmaz, durduramam akar bir nehir. İçimde kabarır, dayanır gırtlağa keser nefesimi durmaz akar bir nehir.

    Başlar inceden bir yağmur. Kapanır ufuktaki silüeti, her damlada titrer. her damlada çoğalır, çoşar. Ufalanır kayalar şiddetinden. Dağlar yarine yükselir, yar dağlara gölge...

24 Nisan 2012 Salı

kül

Dillenmemiş, dinlenmemiş,dilenmemiş, sözlerim ateş oldu da cürmü içimi yaktı.
Yandı da içim kül oldu, köl oldu, kul oldu.

7 Nisan 2012 Cumartesi

hep eksik / riya

Göz görmedikçe beyin kurdu, yazdı, oynadı.

Sanki bütün soruların müellifi bendim. Alt tarafı basit bir soru sordum, basit bir cevap aradım. Anlamaktansa anlatmaya verdi bütün enerjisini. Durmaksızın kendinden bahsedip ne kadar güzel haslet varsa kendine bir pay çıkarmak adına saydı döktü. 

    "Bir insan birini bu kadar kısa sürede nasıl dert edinir?" demiştim, dertten dem vurdu derdin ne olduğunu bilirmiş gibi. Dinlemek bile dertti derdi bilene. "Dert dediğin nedir senin?" diye sorduğunda durup dinleseydi keşke. Durmadı anlattı, kendi söyledi, kendi dinledi. Derdini ifşa etti, değerini beş paralık etti. Değerini bilseydi teşhir eder miydi mahremini? Bulduğu ilk fırsatta muzaffer bi edayla "derdimsin" der miydi? Daralan ruhum son bir çıkış arıyordu. Bu yoğun baskısı beni korkuyla kuşattı, telaşlandırdı. Nezaketli görüntüsünün altındaki baskın karakteri, aczin de bile tepeden bakan bir tavırla tezahür etti. Tüm korkakların tavrıyla ders vermeye kalkışmıştı ve bütün korkaklar gibi kendisi de bunun farkında değildi. Sussaydı daha iyi anlatırdı belki, cansiperane konuşmaya çalıştı. Afilli bir iki kelam da etmedi değil hani. İçi boş kelama kanarım sandı. Benim kandırılmışlıklarım onun afilli sözlerinin o kadar üstündeydi ki demirden bir perde olmuştu gönlüme. Demirden bir perde, sürgüsü sürülmüş bir kilit, kilidine kurşun dökülmüş bir muamma. 
Sahi ne diyordu "dert başa gelmeden gönle ayan olur" senin gönlüne ayan olan benin gönlüme ayn mıydı? Cüretkar bir sahiplenme hissi kaplamıştı her yanını. O kadar büyütmüştü ki kendini "Senin bi derdin var mıdır?" demek bile zor geliyordu. Ah kibir, sen kimleri helak edersin de haberleri bile olmaz. Kör olmuş gözleri aynada baktığı kendisi, gördüğü kendisi, sandığı bendim. Katıp karıştırmıştı her şeyi, aşure yapmak istediği aşikardı da ortaya koyduğu yavan bir ekmek aşıydı.  Ona da razı olurdum elbet, samimiyetle yapılmış en küçük hareketle dahi beni bir ömür kendine hemdem kılabilirdi. Ama öyle değildi ki her hareketi riyadan öteye geçmeyecek hezeyan yumağıydı. 

    Lafını bölmek istedim beni duymadı bile. Kalkarken ben, kalktığımın bile farkında değildi. Anlattığı kimdi, kimeydi. Durup yüzüne baktım bakmadı bile.  Kafamı dağıtmak için yürümeye koyuldum.  Ben yürüdüm, düşünceler yürüdü. Nerede buluşmuştuk, nerede ayrılmıştık bilmiyorum. Ben yürüdüm, düşüncem yürüdü. Zihne ekilmiş bir ayrık otu gibiydi; sardıkça sardı. Sardıkça söküp atmak, uzaklaştırmak gereği hasıl oldu...

 

7 Mart 2012 Çarşamba

biri de bir bini de bir.

-Bir bildiğim varsa bin de bilmediğim vardır.
Zaman "an" ile bilinmez, önü sonu olmalı. 
Seni tanımışlığım bir andan ibaret, anlaşılacak çok şey olmalı. 
Ne bildim de ne anlatmaya kalkıştım, 
Suretinden dem vurup siretinde kayboldum. 
Aklıma bir koydum, 
Birde bini gördüm savruldum. 
Biri de bir bini de bir...

25 Şubat 2012 Cumartesi

hep eksik

Yaşadığımız her şey eksikti aslında acılarımızdan başka. Yürüdüm. Saatlerce ikna etmek için konuştum durdum. Saçma sapan sorulara mantıklı, makul cevaplar vermeye çalıştım. İkna ediciliğine inandığım yüzlerce cümle kurdum. "Nasıl olur?" sorusuna, "neden olmasın?" deyip geçmekte vardı ama daha önce tasvir edilmiş ne kadar örnek varsa kafamda saydım döktüm. Yollar uzadı ben yürüdüm. Yokuşlar vardı yordu.  Durmadım anlattım, anlamamakta diretti.  

-Bir insan birini  bu kadar kısa sürede nasıl dert edinir?

-Derdin bu muydu? Anlatayım dinle o zaman. Dert dediğin nedir senin? Dert vardır imtihandır, sabır ister. Sabır bir edeptir, saygıdır. Sabır çekilmez, giyilir bir kaftan gibi. Asil bir duruş ister, sızlanmak anla sürülmüş bir leke; sabrın selametine konulmuş bir taştır. Sabır tesbihtir, takdiri temaşa, rızayı ifşadır. Rıza göstererek rızaya talip olmaktır.  Beladaki hayrı aramak, sıkıntı da sükutu bulmak, acıda demlenmektir. Demlendikçe dökmektir içindeki kötüyü. 

Daracık sokaklarda sislere bürünmüş bir mahrem vardı. Göz görmedikçe beyin kurdu, yazdı, oynadı. Yorgun ayaklarım şikayet etmedi, durmadı, durdurmadı. Sislerin arasından sıyrılan güneş umuttu, talihin milyonlarca ihtimalinden bir tanesine işaret etti. Kafa yormanın insana ne kattığı konusunda şüphelerim vardı ya! Açılan pencereler şüpheye lanet etti. 

-Dert edinmek dediğin nedir? Derdin bir ton açığıdır. Derdin aslı değildir ama suretidir. Üzerine vazife olmayanı anlamaya çalışmaktır. üzüntüyü  paylaşmak değilse de hüzünlenmektir. Kendini karşındakinin yerine koymaktır. Namı diğer "diğergamlık"tır. Kendinden vermek, beklentiden uzak olmak, beklentiye açık olmaktır. Dermana eklemlenmek...

    Şüphe akıl ile birleşirse doğruyu bulma çabası, gönül ile buluşursa at gözlüğü. Kimi zamanlarda susmak en hayırlısı, sustum. Senden gelecek bir hareketi beklemek acıtıyordu ama nereye varacağını bilmeden gelişi güzel sustum. İçimde büyümeyesice endişe büyüdü durdu. Son anlarda cansiperane yapılan hamlelerdi benimkisi.

"Eklemlendim dermana, dermanım ol" dedim. Dert etmedin.

Başka başka dertlerin vardı belki. Sormadım, soramadım. Sormadıysam korktuğumdan. Ne sevmek için bi neden aradım, ne de bir nedene ihtiyacım vardı.. Tüm çabam seni tanımak içindi, sevmek için değil, sevgim zaten ilk görüştendi. Dününü değil yarınını merak ettim. Yarına değil sensiz geçen düne kahrettim. Sinirli değilim, kırgın, küskün hiç değilim. Eğer kızgınsam bile sana değil kendime kızgınım. Anlatabilseydim anlardın zahir. Bütün güdük cümlelerim beni senden uzak bir şehre sürdü. Ben sürgün oldum, şehir sürgün... Sana söylenemeyen her söz cümleden sürgün.

-Dert bazen başa geçmeden gönle ayan olur. Bir ağırlık çöker göğsüne nefes almak zorlaşır. Kesik kesik aldığın her nefes ciğerlerine atılan bir façadır. Ümitsizlikle ümidin kapışması gibidir. Şikayet etmiyorum, şikayet değil benim ki, derdimi anlatayım diyorum... Dilim dönmüyor, dönseydi ne çok şey söylerdim. 

"Etme" derdim, 
Beni sensiz gecelere mahkum etme.
Sana olmayan her bakış boş, beni boş manzaralara düçar etme. 
Beni ben çekemem, beni bana mahkum etme.

Ne söylediysem olmadı. Bir başımaydım en başından beri, ne ben sana söyledim, ne sen beni dinledin. Yorgun bedenim evi işaret etti. Kalktım usulca koyuldum yola. Ne sen ordaydın, ne ben seni geride bıraktım.

14 Ocak 2012 Cumartesi

bilmelisin...

    Bunu sana yazdığımı bilmelisin çünkü neyi üstüne alınmandan korkuyorsam, gerçekten üstüne alınmanı istediğimdendir.

    Fırtınayı göze alırken rölantide bi hayata tav olur insan. Rölantide şad olurken fırtınaya ram olur insan. Hal türlü türlüdür sana bakarken. Bir gülümsemeyi bir hüzün takip eder. oturup ağlamak yoktur ama saadet de yoktur. Düşünce vardır, hayal yoktur. Mahcubiyet vardır, utanç yoktur. Kızgınlık vardır, küskünlük yoktur.   Hareket vardır, sonuç yoktur. Bazen eski bir dost görünür suretinde. Bir sonraki hareketin ayan beyan ortadadır.  Tanıdıkların en yakını olursun.  Bazen yedi yabancı olur hesaba, kitaba, tahmine sığmazsın. Suretinin içinde suretler gizlidir. Bakar meyledersin, bakar merak edersin. Bir suret kalkar içindeki asi, bir suret kalkar  içindeki âli çıkar meydana. Duygusal derinliğini örten demirden bir perdedir umursamazlığın. İçini yansıtan gözlerin derdimdir...




leyla

Ah zaman. Leyla bir demdi geldi geçti, ardından mekan durdu, an durdu, Zalim ateşin zavallı pervanesi döndü, ışık durdu, zaman durdu. Yandı...

Reklam