Göz görmedikçe beyin kurdu, yazdı, oynadı.
Sanki bütün soruların müellifi bendim. Alt tarafı basit bir soru sordum, basit bir cevap aradım. Anlamaktansa anlatmaya verdi bütün enerjisini. Durmaksızın kendinden bahsedip ne kadar güzel haslet varsa kendine bir pay çıkarmak adına saydı döktü.
"Bir insan birini bu kadar kısa sürede nasıl dert edinir?"
demiştim, dertten dem vurdu derdin ne olduğunu bilirmiş gibi. Dinlemek bile
dertti derdi bilene. "Dert dediğin nedir senin?" diye sorduğunda
durup dinleseydi keşke. Durmadı anlattı, kendi söyledi, kendi dinledi. Derdini
ifşa etti, değerini beş paralık etti. Değerini bilseydi teşhir eder miydi
mahremini? Bulduğu ilk fırsatta muzaffer bi edayla "derdimsin" der
miydi? Daralan ruhum son bir çıkış arıyordu. Bu yoğun baskısı beni korkuyla
kuşattı, telaşlandırdı. Nezaketli görüntüsünün altındaki baskın karakteri,
aczin de bile tepeden bakan bir tavırla tezahür etti. Tüm korkakların tavrıyla ders
vermeye kalkışmıştı ve bütün korkaklar gibi kendisi de bunun farkında değildi.
Sussaydı daha iyi anlatırdı belki, cansiperane konuşmaya çalıştı. Afilli bir
iki kelam da etmedi değil hani. İçi boş kelama kanarım sandı. Benim
kandırılmışlıklarım onun afilli sözlerinin o kadar üstündeydi ki demirden bir
perde olmuştu gönlüme. Demirden bir perde, sürgüsü sürülmüş bir kilit, kilidine
kurşun dökülmüş bir muamma.
Sahi ne diyordu "dert başa gelmeden gönle ayan olur" senin gönlüne
ayan olan benin gönlüme ayn mıydı? Cüretkar bir sahiplenme hissi kaplamıştı her
yanını. O kadar büyütmüştü ki kendini "Senin bi derdin var mıdır?"
demek bile zor geliyordu. Ah kibir, sen kimleri helak edersin de haberleri bile
olmaz. Kör olmuş gözleri aynada baktığı kendisi, gördüğü kendisi, sandığı
bendim. Katıp karıştırmıştı her şeyi, aşure yapmak istediği aşikardı da ortaya
koyduğu yavan bir ekmek aşıydı. Ona da razı olurdum elbet, samimiyetle
yapılmış en küçük hareketle dahi beni bir ömür kendine hemdem kılabilirdi. Ama
öyle değildi ki her hareketi riyadan öteye geçmeyecek hezeyan yumağıydı.
Lafını bölmek istedim beni duymadı bile. Kalkarken ben, kalktığımın bile farkında değildi. Anlattığı kimdi, kimeydi. Durup yüzüne baktım bakmadı bile. Kafamı dağıtmak için yürümeye koyuldum. Ben yürüdüm, düşünceler yürüdü. Nerede buluşmuştuk, nerede ayrılmıştık bilmiyorum. Ben yürüdüm, düşüncem yürüdü. Zihne ekilmiş bir ayrık otu gibiydi; sardıkça sardı. Sardıkça söküp atmak, uzaklaştırmak gereği hasıl oldu...